FUAT YALÇIN'ın BLOG'una HOŞGELDİNİZ

Bu blogda kişisel gelişim üzerine yazılar bulacaksınız. Yorumlarınız bekliyorum.
Diğer bloglarıma da girerseniz sevinirim.

6 Temmuz 2008 Pazar

KARPUZLAR

Gün akşama doğru yaklaşırken gezgin atının üstünde hiç tanımadığı köye doğru yaklaşırken yorgunluğunu tüm vucudunda hissediyordu.Köyde konaklayıp , dinlenip ertesi gün yoluna devam etmeyi planlamıştı. Köye yaklaştıkça burada bir gariplik olduğunu sezdi. Çünkü tarlalarda ekinler kurumaya yüz tutmuş ağaçların üstündeki meyveler olgunlaşmış hatta olgunluktan yere düşmüşlerdi. Belliki köylüler bahçe ve tarlalarında çalışmıyorlar verimli topraklarından yararlanmıyorlardı. Köyün içine girince köylüleri bir köşede toplanmış kara kara düşünürken buldu. Gezgin onlara yaklaştığında bir çoğunun korku ve kaygı içinde olduğunu gördü. Köylüler ona bir kurtarıcı gelmişçesine yaklaştılar ve kendilerinini kurtarmasını dilediler:”Tarlamızda büyük bir canavar var , onun korkusundan bahçelerimize bağlarımıza yaklaşamıyoruz , ne olur bizi bu canavardan kurtar! “ Gezgin, köylülerden kendisine bu canavarı göstermelerini istedi ve birkaç kişinin korka korka işaret etmesinin ardından bir çitin arkasındaki canavara doğru yalnız başına yürüdü. Çitin arkasındaki tarlada büyük bir karpuz vardı, karpuz normal ölçülerden oldukça büyüktü. Gezgin köylülere döner ve gülerek konuşmaya başlar: “Ne saçma bir şey yapıyorsunuz siz, o bir karpuz , ondan korkulur mu hiç? O yenilecek bir...” Köylüler gezginin sözünü bitirmesine dahi izin vermeden onun üstün yürürler ve gezgini yaka paça köyden uzaklaştırılar. “ Nasıl olur da bir canavarı böyle küçümser bu yabancı? “ diye söylenirler ve kara kara düşünmeye devam ederler.
Birkaç gün sonra başka bir gezgin köye doğru yaklaşır ve tarlalardaki acıklı durumu görünce bu köyde olağanın dışında bir şeyler olduğunu anlar. Toplu halde oturan ve kaygıyla ne yapacaklarını düşünen köylülere yaklaşır ve onlara dertlerinin ne olduğunu sorar. Köylüler bu yabancının kendilerine bir kurtarıcı olarak geldiğini düşünür ve ona yalvarırlar: “Lütfen bizi kurtar, tarlamızda dev bir canavar var , biz onun korkusundan hiçbir şey yapamıyoruz, açlıktan kırılmak üzereyiz. O canavarı yok etmek için bize yardım et!”. Gezgin köylülerden kendisine bu canavarın yerini göstermelerini ister ve yine birkaç kişi korka korka canavarın yerini tarif ederler. Gezgin, çitler arkasındaki dev karpuzu görür ve köylülere döner. “ Evet canavarı gördüm, pek tehlikeli bir canavar, korkmakta haklısınız, onun işini ben bitirebilirim ama sizin yardımınıza ihtiyacım var.” Köylüler şaşkın ve hayran bir şekilde gezginin ağzına içine bakarlar; o nederse yapmaya hazırdırlar , çünkü kurtarıcı gelmiştir.
“ Önce şu kılıcımı alın , biriniz onu bir güzel bileylesin” der. İstek derhal yerine getirilir. Sonra iki güçlü kişiyi yanına alır ve onlardan arkasında canavarın bulunduğu çitin üst tarafını kaldırmalarını ama canavara yaklaşmamalarını ister. Gezgin kılıcı elinde alçaltılan çitin üstünden kolaylıkla atlar ve karpuza doğru ilerler. Karpuzun etrafında bir tur attıktan sonra kılıcını çıkartır ve ani bir darbeyle dev karpuzun gövdesine batırır. Köylüler sahneyi dikkatle izlemektedirler. Gezgin daha sonra birkaç kılıç darbesiyle karpuzu parçalar ve dev canavardan eser kalmaz ortada. Gezgini büyük bir hayranlıkla izleyen köylüler kendisini omuzlara alıp köyün içine dönerler. Ona her türlü ikramda bulunurlar ve kendisini büyük bir konukseverlikle ağırlarlar. Gezgin bu köyde bir süre daha kalır ve köylülerin güvenini kazanır , onlara tarla ve bahçe işlerinde yardım eder. Verimli topraklardan yararlanan köylülerin hayatı olumlu yönde değişiklikler gösterir. Günler geçer gezginin ayrılma zamanı gelir. Onu çok seven köylüler onu hediyelerle yolcu etmeye gelirler.Köyün sınırına kadar gelen son kişi ayrılırken ona tekrar teşekkür eder: “Sağ olasın bizi büyük bir şeyden kurtardın biz karpuzu canavar zannedermişiz meğer, senin sayende gözlerimiz açıldı “
Gezgin, adamın kulağına eğilir ve şöyle der: “ Siz yine de dikkat edin ,her şeye rağmen karpuzlar bir canavar olabilir”
Hayatımızda hangi karpuzları canavarlaştırıyoruz hiç düşündünüz mü?
Olaylar veya kişileri , dış dünyamızda gelişenleri bir canavar olarak görmek veya onların gerçekten ne olduğunu anlamak tümüyle bizim elimizde.Canavar olarak adlandırdıktan sonra ne yazık ki bu tanımlama bize hakim oluyor ve hayatımızın akışına hükmediyor. Mutsuzluğumuzun kaynağını bu canavara bağlıyoruz. Her olumsuzluğun nedeni bu canavardır deyip kurtulduğumuzu zannediyoruz. Aslında bir şeyden kurtulmadığımızın farkında olmadan kendimizi canavarın esiri olarak hapsediyoruz ve onun büyüklüğünü onaylıyor onun gücü karşısında güçsüzlüğümüzü kabulleniyoruz. Belki daha da kötüsü köylüler gibi hiçbir şey yapmamanın mazereti olarak canavarı gösteriyoruz.
Gezginin son sözünü yabana atmayın, karpuzlar birer canavar olabilir. Şimdi tarlanıza gidin ve karpuzlarınızı (canavarlarınızı) tek tek elden geçirin. Canavarları( karpuzları) bir kenara ayırın. Kılıcınızı kendiniz bileyin ,çitin üstünden atlayın. Hayatınızın tadını çıkarmak sizin elinizde karpuzun değil.

15 Haziran 2008 Pazar

YAĞMURU DURDURABİLİR MİSİN?

YAĞMURU DURDURABİLİR MİSİN?
Daha oyuna başlayalı çok olmamıştı. Ter damlaları derimizde yeni yeni hareketlenmeye başlamıştı, ama gök yüzünden tek tek üstümüze doğru gelmeye başlayan yağmur damlaları bütün planlarımızı alt üst etmiş ve oyun oynama olanağını elimizden almıştı. Belki gelip geçer diye biraz daha yağmur altında topun peşinde koşturduysak ta, yağmur durmadı ve bizi saçak altlarına doğru yönlenmeye ve sıkıcı bir bekleyişe mahkum etti. Aramızdan biri bir ara yok oldu ve biraz sonra tekrar katıldı bekleyişimize , yüzünde umutlu bir gülümseme ile. Kısa bir beklemenin ardından yağmur dindi ve biz sevinçle oyuna devam etmek üzere kendimizi tekrar sokağa attık. Arkadaşım oyun başlamadan bana yaklaştı ve fısıltı ile “ ben durdurdum onu “ dedi. Oyun sonuna kadar bu sözleri pek düşünmedim , ama bir yandan yorgun vücutlarımızı duvara yaslayıp dinlendirirken , öte yandan annelerimizin cebimize sıkıştırdığı tülbentleri ensemizden sırtımıza doğru itelerken , dayanamadım , sordum.-Sen yağmuru durdurduğunu mu söylüyorsun?--Evet, bir ara ayrıldım ya yanınızdan , işte o zaman , başardım bunu.Ona inanmaz göründüm ama o yaptığı işten o kadar emin görünüyordu ki. Kaldı ki o geri geldikten biraz sonra yağmurun durduğu hepimiz tarafından görülmüştü.O zaman bu işi nasıl becerdiğini bana da anlat!Arkadaşım anlatmak istemedi önce . Fakat daha sonra ya benim ikna yeteneğim ya da tehditlerim sonucu bana yöntemini anlattı. Ben sevinçle bu öğrendiğimi ilerde uygulamayı hayal ederken, o , acı haberi patlattı yüzüme .-Ancak sen bunu başaramazsın ?-Niçin başaramayacak mışım ?-Çünkü işin sırrı bu ; yöntemi kendinin bulması ve uygulaması gerekir. Eğer sen bunu kendin bulsaydın , ilerde bu yöntemi kullanır ve yağmuru durdurabilirdin . Ama sen çok ısrar ettiğin için sana anlatmak zorunda kaldım.
Çocukluğumda yaşadığım bu olayı bir de günlük hayatımız için düşünelim.Yönetim guruları iş hayatında nasıl başarılı olacağınızı anlatıyorlar, kişisel gelişim uzmanları kendinizi geliştirmek için öneriler sunuyorlar çocuğunuzu daha iyi anlamak ve yetiştirmek için istemediğiniz kadar kitap size kucak açıyor, pazarlama yöneticileri kendi yöntemlerini anlatıyor , her alanda başarı öykülerini dinliyorsunuz . Ee sonra ne oluyor ?Verilen reçeteyi hangi eczahanede okutacaksınız? Tabletleri yemekten önce mi sonra mı yutacaksınız?Milattan önce 580 - 504 yılları arasında Güney İtalya ‘da yaşayan , çoğumuzun kenarları 3, 4, 5 birimli “dik üçgen” den kolaylıkla hatırlayacağı Pisagor din , ahlak ve siyaset öğrettiği bir okul kurmuştu. Bu okulda öğretilen bilimlerin tümüne mathematalar deniyordu . Bugün bildiğimiz matematik sözcüğü buradan türetilmiştir ve insan bilgisinin tümünü kuşatan anlamına gelir. İşte usta öğretmenin bu , kabul edilmesi çok zor olan okulunda öğrencilere ilk derecede hemen hiç bir şey öğretilmemektedir. Sır, söylenmemiştir. Oysa öğrenciler bu sırra kendiliklerinden varabilecek şekilde hazırlanmaktadırlar. Buna benzer bir öğretiyi başka bir yerde , kendi vatanımızda da görmekteyiz , Pisagordan yıllar sonra. Tasavvuf ( eski yunanca sophos= bilgi ‘ den gelmektedir ) tarikatlarında da sırrın , çeşitli kademelerde yıllar tüketildikten sonra öğrenci tarafından bulunması istenmektedir. Bugün bambaşka bir anlamda kullandığımız zina sözcüğü Batıni tarikatında , tarikat sırrını ifşa etmek anlamında kullanılıyordu. Öte yandan eski ustaların işin püf noktasını çıraklarına öğretmediği anlatılır , bunu işi elinden alınmasın diye yaptığı söylenir , ama belki deneyimli ustalar çıraklarına yılların içinden süzülüp gelen bir öğretiyi aktarmak istiyorlardı sessizce.Sevgilinizi nasıl ikna edeceğinizi, amirinize isteklerinizi nasıl kabul ettireceğinizi , eşinizle uzun süreli anlaşmayı nasıl başaracağınızı, müşterinize malınızı satın almayı nasıl kabul ettireceğinizi başarmanın sırlarını öğrenmek, ya da ne Dante ne Cahit Sıtkı yetmiş yaşında ölmediğine göre neden otuz beş yaşın yolun yarısı ettiğini bulmak, Pisagor’un öğrettiklerinden ve tarikatlarda öğretilenlerden daha basit olmalı. Ama bilmemiz gereken nokta , hiç bir kimsenin bize sırrı vermeyecek olması , verse de onu biz kendi süzgecimizden geçirip kendimize özgü çözümler bulmadıkça, istediğimiz şekilde, başaramayacağımız..Biz , ihtiyacımız olan bilgiyi kendimiz arayıp bulacağız , uygulayacağız ve öğreneceğiz , o zaman onların değerini daha iyi anlayacağız. Zamanı gelip biz de kendi bildiğimiz gerçekleri bir başkasına anlatırken bu öğrendiklerimize dikkat edeceğiz. Tıpkı birisinin yağmuru durdurmanın yöntemini bulması gerektiği gibi.

SİZ DÜNYANIN EŞSİZ BİR MUCİZESİSİNİZ

Hiç kimsenin zihni bir birine benzemez. Dünyada yaşayan ve geçmişte yaşamış olan insanların hepsi tektir, eşsizdir. Başlangıçta biyolojik olarak bir olsa da yukarıda sözü geçtiği şekilde hücreler arası ilişkilerin herkes için farklılığı nedeniyle her insanın beyin hücresinin içindeki ana dalı , kolları ve küçük dalları yani zihnin özeli tümüyle farklıdır. Bu tespit size yeni bir bakış açısı kazandırmaldır. Bu gerçekten hareketle artık insanların niçin sizin gibi düşünmediğini daha iyi anlarsınız. Artık fikir ve yöntem farklılığını görünce hayrete düşmez ve şaşırmazsınız.Asıl anormal olanın başka birinin tam sizin gibi düşünmesi ve hep sizinle hem fikir olmasıdır. Evet hiç kimse sizin gibi düşünemez , hiç kimse sizin gibi gitar çalamaz, hiç kimse sizin gibi yemek yapamaz, hiç kimse sizin gibi yönetemez. Hiç kimsenin çocuğu sizin çocuğunuza benzeyemez. Bütün bunların tek bir nedeni vardır: siz dünyanın eşsiz bir mucizesisiniz. Bu iyi bir haber değil mi? Ama bir de kötü haber (!) var: Dünyada 6 milyar daha eşsiz mucize bulunmaktadır.



BİLİNÇ NEDİR?
Farkındalık,haberdarlık hali. Zaman,yer ve kendinden haberdar olma.
Bir satın alma işlemi sırasında ne yaparsınız? Alacağınız eşyanın özelliklerini düşünürsünüz. Sonra birkaç yer gezer ve fiyatalara bakarsınız daha sonra karar verir ve satın alırsınız. Veya yolda yürüken önünüze sivri bir taş çıkar ona basmamak için sağa veya sola atlarsınız. Bunlar bilinçli olarak yaptığımız hareketlerdir. Veriler gelir ve biz karar veririz. Bilinçli hareket edebilmek için mutlaka başka verilere de ihtiyaç vardır. Sivri taşın ayağınızı acıtacağını nereden bilirsiniz? Bunu veya benzer bir olayı önceden yaşamışsınızdır o nedenle bu veriyi de kullanırsınız. Bu veriler bilinçaltımızda depolanır bilinç ihtyacı olduğu zaman onu çağırır ve yol gösterir ama nihai karar yine de bilinçtedir. Yani isteyerek sivri taşa basabilrisiniz.





BİLİNÇALTI veya BİLİNÇDIŞI: burada ise tüm hafızamız , yaşadıklarımız, duygularımız eski yargılarımız alışkanlıklarımız depolanmıştır.
Burada daha da fazladan bir takım programlar vardır. zihnin çalışması sırasında anlatılan doğrultuda zihnimizin içinde düşünce kalıpları veya programlar oluşur. Doğduğumuzdan bu yana bize anlatılan hikayeler , yargılar buradadır. Ebeveynlerimiz tarafından anlatılanlar, komşularımızın söyledikleri, okulda öğretmenlerimizin söyledikleri de buradadır. Daha sonra toplumdan gelen yargılar programlar buraya doluşur. Tuttuğunuz takımın size yükledikleri, parti liderlerinin fikir ve yargıları bilinçaltınıza doluşur.
Ne yani ben neciyim? diye sorduğunuzu duyar gibiyim. Bu programlar bizim düşünce yapılarımızı oluşturur. Birkaç olaydan yola çıkarak bir kişi hakkında kolayca yargıya varırız. Eğer bir kişinin daha önce yaptığı bir eylemden ötürü başarısız olduğunu görmüşsek onun yeni önerilerini de pek incelemeden kolay yola kaçarız ve düşünce kalıbımıza bağlı olarak onun önerilerinde olumlu bir yön bulunmayacağını düşünürüz. Bir kere düşünce yapısını oluşturduğumuzda daha sonra bu yapıyı sağlamlaştıracak tuğlaları bulup çıkartmak zor olmaz. Daha sonra bu kararımızı doğrulayacak yığınla savı bulup çıkarır bilinçaltımız veri haznesinden. Yani içinde bulunan birçok veri içinden yalnız bizim düşünce yapımızı doğrulayacak verileri bulup çıkartır zihnimiz ve diğer verileri eleme işlemine tabi tutar.
Siz bilinçli olarak bu programları görebiliyorsanız ne ala , kendi hedefinize ulaşmak için hangi programlara ihtiyacınız olduğunu saptar diğerlerini silersiniz zayıflatırsınız veya en azından o programları kullanmazsınız. Çünkü onlar zararlıdır çünkü onlar sizi hedefinize ulaştırmayacaktır , o zaman niye kullanasınız ki?
Özetle iş hayatında ve özel hayatımızda mutluluk ve başarılarımızın derecesi düşünce yapılarına yani zihnimizin içindeki programlara da bağlıdır.

.

BEYNİMİZ DEVAM

1981 yılındaki çalışmasıyla Nobel ödülü alan Prof. Sperry beynin sol ve sağ tarafının değişik işlevler üstlendiğini ortaya çıkartmıştır. Beynimizin sol tarafı daha çok sayılar, listeler, mantıksal önermeler,sözcükler ve ayrıntılar üzerinde çalışmaktdır. Beynimizin sağ tarafı ise resimler, renkler, üç boyutlu mekan, hayal gücü ve ritmik hareketler üzerinde yetkindir. Eğitim sistemimizde genellikle beynimizin sol tarafı üzerinde durulmaktadır. Oysa gerçekten iyi sonuçlar beynin her iki tarafını da kullanarak ortaya çıkartılan sonuçlardır.




ZİHNiN ÇALIŞMASI NASIL GERÇEKLEŞİYOR?
Biz yaşadıkça ve deneyim elde ettikçe yeni düşünceler üretiriz ,yeni düşünceler hücreler arasında yeni bağlar ve zihnimizde yeni yollar demektir. Zihin sinerjik olarak çalışır yani bir artı bir iki değil daha çok eder, çünkü sinapslar vasıtası ile trilyonlarca bağlantı ve ilişki söz konusudur.
Biz aynı şeyleri düşündükçe sinir hücreleri arasındaki yollar tekrardan dolayı genişler ve aynı yollar örneği gibi kolay hareket ederiz . yani kolay hatırlarız, çabuk hatırlarız. Beynimizdeki gerilim farklılıklarını ölçmek artık mümkündür. Duygusal durumlarda , korku nedeniyle , aşırı sevinme gibi durumlarda beyin aktivitesi artar. Bu gibi durumlarda sözü geçen farklı ileticiler ( NT) üretilir. Bugün bir çok NT çeşidi bilinmektedir. Bu ileti taşıyıcıların miktarlarında her değişiklik kendini hastalıklı davranış ,dengesizlik, unutkanlık , keyifsizlik, saldırganlık ve depresyon şeklinde dışa vurur. İnsanlar düşündükçe aklını kullandıkça , matematik problemi , bulmaca çözdükçe beyin hücrelerinin yolları açılır, otoban gibi olur. Okuduğumuz her kitap , ziyaret ettiğimiz her müze , çalmayı öğrendiğimiz her nota düşünce hatlarımızı genişletir. Herhangi bir toplantıya gittiniz ve anlatılanları daha önce bildiğinizi düşünüyorsunuz sonra da “ aman niye geldim ki buraya , benim için zaman kaybı oldu “ diyeiçinizden geçriyorsanız doğru düşünmüyorsunuz. Çünkü zihnin çalışma ilkelerine göre ikinci kez de duymuş olsanız hücreler arasındaki hareketi artırtıdınız ve varolan bilgilerinizin üstüne eklediklerinizle yeni fikirler mutlaka yeni çağrışımlar doğuracak ve hiç beklemediğiniz bir yerde müthiş bir fikir olarak aklınıza gelecektir. Sosyal ve zihinsel faaliyetlerini sürdüren insanlar sürekli olarak beyinlerini genç tutarlar .

Hücreler arası bioelektrik faaliyette bulunan ileticileri etkilememiz mümkündür.
Biz beynimizi çalıştırdıkça , biz olumlu düşüncelerle hayata baktıkça ileticiler diğer hücrelere bunu iletir. Bizim düşüncelerimiz giderek sağlımızı ,ruh halimizi etkiler. Yüz yıllardır insanların, düşünürlerin söylediği şeyler artık kanıtlanmaktadır. Beyin bir bahçedir. Bu bahçeye ektiğiniz düşünce neyse sonuç ta o olacaktır. Mısır ekerseniz mısır biçersiniz , ısırgan otu ekerseniz ısırgan otu biçersiniz.. Bu , kolayca anlaşılan ve” tabi öyledir “ denilecek bir önermedir. Doğru olduğunu kabul ederiz ama yine de uygulamada zorlanırız. Olumlu düşünme konusunda artık kanıtlanan bu varsayımların ötesi de vardır. Yine eski zamanlardan beri söylenen ikinci varsayım da gerçektir:İnsanın dış dünyasında olanlar mutlaka kendi iç dünyasına bağlıdır. Yani siz ne düşünürseniz , neye inanırsanız o sizin gerçeğiniz olur.

BEYNİMİZİN İÇİ

BEYNİMİZİN İÇİNDE NELER OLUYOR?
Yaklaşık 1,5 kilogram ağırlığında olan beyin çok düşük bir elektrik gerilimi ile çalışır. Doğduğumuz zaman beynimiz 500 gram civarındadır. Elimiz, kolumuz gibi beynimiz büyümez ama ağırlaşır .Bunun nedeni büyürken yeni şeyler görmemiz düşünmemizdir. Beyin hakkında yapılan araştırmalar son yıllarda hızlı bir şekilde artmıştır. Yapılan araştırmaların sonuçları bir çok yayın organında halka sunulmaktadır. Beynimizin içinde10 milyarı aşkın nöron yani sinir hücresi bulunmaktadır. Beyin hücreleri tahmin edildiği gibi veya yanlış olarak yaygınlaştığı gibi yaşlandıkça azalmazlar. Bu hücreyi bir ağaca benzetebiliriz. Bu ağaçtan bir çok dal ayrılır, bu dallara dendritler adı verilir. İşte insanlar büyürken bu dendrit sayısı artar bu nedenle beynimizin ağırlığı da artar. Dendritler de tekrar küçük dallar şeklinde yayılır.Axon adı verilen ana dal, hücre çekirdeği ile dendritler arasındaki bağı sağlar. Axon ve dendrit üstünde bulunan bağlantı uçlarının içinde kimyasal aracılar yani NT (nörotransmitter) ler bulunmaktadır. Sinirler arasında elemanlar birlikte çalışırlar. Düşünme eylemi olduğu zaman bir sinyal aktarılıyor demektir. Bu da hücreler arasında bir bilgi alışverişi olduğunu gösterir.Sinaps adı verilen hücreler arasındaki bu bağ, bilgi yollarını oluşturur. Bir insan aynı anda iki insanla konuşurken zorlanır. Üç veya dört insanla aynı anda konuşmayı tahayyül bile edemeyiz , ama bir hücre aynı anda 200.000 ( kimi kaynaklar 500.000 diye belirtiyor) hücreyle bligi alışverişinde bulunabilir.

ZİHİN

EN DEĞERLİ HAZİNEMİZ ZİHİN

Tüm düşüncelerin bulunduğu,düşünce işlemlerinin yapıldığı, algıların alındığı ve işlendiği,duyguların, alışkanlıkların, hafızanın şartlanmaların bulunduğu yer zihindir.

Evimize bir müzik seti veya bir fotoğraf makinesi aldığınız zaman ne yaparsınız? İlk iş olarak bu cihazın bir el kitabı vardır açıp onu okuruz , hatta çalışırız, çünkü biriktirdiğimiz para ile satın aldığımız bu aletten en iyi şekilde yararlanmak isteriz. Tüm özelliklerinden haberdar olup bunları kullanmak isteriz. Ama hep yanımızda olan ve bize Allah vergisi olan vücudumuzla ilgili bir kullanma kitabı bize verilmemiştir. Okullarımızda da onun biyolojik özellikleri ders olarak okutulur ama nasıl kullanacağımızı pek bilemeyiz. Bildiğimizi zannederiz. Birisine sorarsanız bildiğini söyler. Hepimiz biliyoruz deriz. Ne bildiğimiz meçhuldür. Bu konuda bir şeyler okuyup öğrenmeye başlayınca insan ne kadar az şey bildiğini hatta hiçbir şey bilmediğini görüyor. Bunu ancak kendinize itiraf edebilirsiniz. Aslında başkasına da açıklamanızda bir sakınca yoktur. Karşınızdaki de büyük bir olasılıkla bir şey bilmiyordur.Saklıyorsa hemen anlarsınız. Saklamıyorsa konuya girip yeni bir şeyler öğrenmenin zamanı geldiğine birlikte karar verirsiniz.
Muazzam bir makine olan vücudumuzun komuta merkezi beyin hakkında ne biliyoruz? Beynimizin özel bir kullanma talimatı var mı? Maalesef yok. Olmadığı gibi onun hakkında bildiklerimiz de çok sınırlı. İnsanlar bin yıllardır “ kendini tanı” diye bilgece söylemleri duyduğu halde bu öneriyi pek ciddiye almıyor. Elimizde olan bu değeri var kabul ediyoruz ve kullanıyoruz. Cömertçe. Kullanmaktan daha fazlasını beceriyor , belki de harcıyoruz. Bozuk paraları ,düğünde sağa sola saçılan bozuk paraları harcadığımız gibi. Hızla kullanıyoruz. Vücudumuza olur olmaz şekilde yükleniyor( içki içiyor, bilgisizce yiyor, hareket etmiyor vb),beynimize eziyet ediyoruz.( kuruntu ,vesvese üzüntü stres vb). Midenize bolca kola ve cips sokarsanız rahatsız olursunuz,bunu bilip te yapanlar hala vardır değili mi? Beynimize de kola ve cipsi her gün saçma sapan Tv programları karşısında sersem sepelek oturarak aynı muameleyi yaptığımızın farkında mısnız? Yapmıyorsanız tebrikler. Bütün bu işkencelere rağmen bu muazzam mekanizma dayanıyor. Komuta merkezimiz kendisine gelen bütün bilgileri topluyor ve bizim yaşamamız için en doğru kararları veriyor.



Tüm insanlar yaşarken hayattan bir şeyler isterler, bazı hedeflerine ulaşmak isterler.Mutlu ve huzurlu bir yaşam sürdürebilmek için istediğimiz şeylerin başında sevgi ve iyi ilişkiler gelir. Bunun yanı sıra kazanmak , başarılı olmak, güç sahibi olmak isteriz. Peki bunlara nasıl ulaşacağımızı biliyor muyuz? Acımasız öğretmen hayat bunları bize deneme yanılma yöntemiyle öğretiyor ama belki dersimize çalışsak ta sınava sonra girsek daha başarılı olmamız ve daha çok kazanmamız mümkün olabilir. Hangi konuyu çalışmalıyız acaba? Hayatımızı yönlendiren ve yaşadığımız süre içerisinde başımıza gelen tüm olaylar zihnimizin faaliyetleri sonucu oluşur. Evet yanlış duymadınız, hayatımızın kontrolü zihinsel faaliyetlerimize doğrudan bağlıdır. Başarılı olmak , kazanmak ve mutlu olmak için zihnimizin nasıl çalıştığını bilmek gereklidir.
Beynimizin çalışma şekli hakkında daha fazla şey öğrenmek ve bunları hayatta uygulamak bize hem özel hayatımızda hem de iş hayatımızda büyük gelişmeler sağlayacaktır.

FAİR PLAY

FAİR PLAY
Herkes kazanmaktan söz eder, hatta hedefini kazanmak olarak açıklar. İşin içinde kazanan biri olunca demek ki kaybeden birileri de olmalı. Peki rekabet neresine düşüyor bu denklemin? Arkasındaki derinliği ve anlamını pek fazla sorgulamadığımız bu konuları irdelememize yardımcı olmak üzere gelin gerçek bir olayı anımsayalım.
O zaman daha televizyonlar yoktu . Olsaydı bütün dünyanın göreceği ve üzerinde derin düşüncelere dalacağı bir olayı hatırlayalım.
Yıl 1928, yer Amsterdam; günlerden 1 Ağustos Çarşamba. Olimpiyat oyunları gerçekleşiyor. Olimpiyat’ın ana dalı tabiiki atletizm. Atletizm yarışlarını seyretmek heyecan vericidir . Yarışların içinde en ilginci 3000 metre engelli yarışıdır. İçinde hiç bir yarışta bulunmayan sulu engel vardır. Bu yarışta hem koşulur hem engel atlanır hem de ıslak ayaklarla mücadele edilir. Sulu engelin arkasında bir de suyun içinde bulunduğu çukur vardır . Atletler engelin üstünden ileri atlamaya çalışırlar, meyilli çukurun derin kısmına düşmemek için. Nurmi 1920 yılında Antwerp ‘de, 1924 ‘de Pariste Olimpiyatlarda bir çok altın madalya kazanmıştır. 1500, 5000 , 3000 kır koşusu , 10000 metre koşuları onun altınları topladığı koşulardır. O yıllarda Finli koşucular çok başarılıdır. Üçüncü olimpiyatında Nurmi 1500 metre için takıma alınmaz. Kır koşusu da olimpiyatlardan çıkarılmıştır. O da hayatında iki kez koşacağı 3000 metre engelli yarışına katılmaya karar verir. 3000 metre engellinin ilk seçme yarışı başlamadan önce herkes Nurmi’nin kazanmasını beklemektedir. Onunla bu yarışta koşan bir kişi daha vardır. Fransız Lucien Duquesne. Duquesne yarıştan önce tanrıdan bir şeyler olmasını ister, öyle bir şey olsun ki kendisi Nurmi’yi geçsin. Normal koşullarda kendisinin kazanamayacağını bilen Fransız ilahi güçlerden yardım ister. Atletler mücadeleye hazırdırlar. Yarış başlar, koşucular heyecanlarını unutup koşmaya başlarlar. Fransız, efsanevi Finli ‘nin biraz önünde koşuya başlar. Nurmi hemen onun arkasında koşarken ilk sulu engele çıkar ve düşer, suyun derin bölümüne kapaklanır. Tanrılar Duquesne ’in dileklerini kabul etmiş midir acaba? O an Fransız’ın kafasından geçenleri bilmek mümkün değildir. Duquesne en büyük rakibinin düştüğünü görünce durur, geri döner ve Nurmi’nin elinden tutarak onu kaldırır . Ancak koşu devam etmektedir. İkili birlikte koşmaya başlarlar; biraz geride kalmışlardır ama daha yarış uzundur. Nurmi ve Duquesne ilerleyen metrelerde açığı kapatırlar ve diğer atletleri teker teker geçerler. Artık yarışın sonuna yaklaşılmaktadır ve iki koşucu başa baş koşmaktadırlar. Son düzlüğe girildiğinde ikisi de depara kalkar ama efsanevi koşucu Nurmi daha güçlü bir depar atar ve Duquesne’nin önünde yarışın son metrelerine yaklaşır , Duquesne onun bu deparına cevap verememektedir, Nurmi’nin kazanacağı kesin gibidir. Nurmi bir anda yarışın başını ve rakibinin kendisine yardım ettiği anı anımsar ve hızını düşürür, çünkü Duquesne onu çukurdan kaldırmasa onun bu yarışta burada olması mümkün olmayacaktır, kazanmak Duquesne’nin hakkıdır. Onu kaldırmak için durmasa yarışın başında açık farkla öne geçmiş olacaktı. Duquesne rakibinin yavaşlamasıyla onu yakalar ve tam geçmek üzereyken o da büyük yarışçının büyük insanlık jestini anlar; ne olursa olsun, yarış öncesi kendisinin kazanması için Nurmi’nin bir şekilde geri kalmasını dilemiş olmasına rağmen birinciliğin Nurmi’nin hakkı olduğunu bilmektedir. Duquesne duraksar ve Nurmi’nin kendisine sunduğu birinciliği kabul etmez. Ancak bir iki saniye içinde olan bu olay sırasında doğa yasaları işlemektedir. Belki de yukardan bir yerden güçlü ve gizli bir kuvvet olaya müdahale eder. İki atletin bedenlerindeki atalet onları finiş çizgisine iter ve iki atlet yarışı göğüs göğüse bitirirler , çünkü ikisi de haketmiştir birinciliği ve ikisi değer olarak birbirlerine eşittirler.
Bu gerçek öyküden herkes kendine bir ders çıkartabilir, ama ben size birkaç ipucu vermek istiyorum. İşte üstünde biraz düşünmek üzere size iştah açıcılar: Fair play, insani büyüklük, kazanmak; rekabet, yarış, kaybetmek, başarı.
Unutmamak gerekir ki “fair sonuç” için “fair play” ( dürüst sonuç için dürüst oyun) gerekir. Kazanmak ve başarı salt sayılarla, istatistiklerle ölçülemez; içsel kazanım ve iç başarının göz ardı edilmemesi gerekir , eğer iç huzuru ve kaynağı kendinde bir mutluluk istiyorsak.
Son tahlilde “dürüst sonucun” olduğu zaman ve mekanda kazanan/kaybeden kavramlarından söz etmek mümkün değildir.

Fuat Yalçın

www.fuatyalcin.com